Futbolu daha güzel bir hale getiren en büyük olgu taraftarlar olsa da taraftarların bir mabet şeklinde gördüğü stadyumlar bu işin en kritik kısmı belki de… FourFourTwo, dünyanın en iyi 100 stadyumunu yayımladı. İlk 100 içerisinde İstanbul’daki 3 Türk stadyumu da yer alırken listenin ilk 10 sırasında ise devasa ve tarihi stadyumları derledik.
İşte dünyanın en iyi 10 stadyumu:
69. Atatürk Olimpiyat Stadyumu
İstanbul, Türkiye
Açılış: 2002
Kapasite: 74.753
Bu stadyumun adını anmak bile bir Liverpool taraftarını ağlatmaya yeterli. Steven Gerrard, Vladimir Smicer ya da Jerzy Dudek’in titreyen bacaklarını da övebilirler… Kırmızılar için 2005 Şampiyonlar Ligi mucizesinin yaşandığı stadyum. Bir dakika… Birisi “City” mi dedi?
Aynı Liverpool taraftarları size bu stadyumun şehir merkezinden oldukça uzak bir tarlada olduğunu ve ulaşımıyla alakalı çeşitli baş ağrıları olduğunu söyleyecektir. Gerçekten çok ilginç bir yer. Doğrusunu söylemek gerekirse artık gereksiz bir eşya niteliğinde. 2008 Olimpiyatları teklifi için yapıldı fakat başarısız olundu. UEFA 4. Kategori standartlarında bir stadyum. Atletizm, milli maçlar ve U2 konserleri gibi çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapabilir. Ancak ciddi anlamda bir varoluş sebebi yok. Çünkü Galatasaray’ın yeni bir stadı var. Fenerbahçe de modernleştirilmiş Şükrü Saracoğlu’nda mutlu bir şekilde oynuyor.
47. Ali Sami Yen Spor Kompleksi
İstanbul, Türkiye
Açılış: 2011
Kapasite: 52.280
Yeni ve çekici bir stadyum. Türk Telekom’un ardından yeni isim sponsoru Rams Global oldu. Bugüne kadar Galatasaray’ın efsanevi stadı Ali Sami Yen’in görevini başarıyla yerine getirdi. Taraftarların çok sevdiği Ali Sami Yen, taraftarların kalbinde, ziyaret eden takımları ürküten bir yerdi. Ancak doğruyu söylemek gerekirse sağlık açısından çok tehlikeliydi: 2011 yılında yıkımını gerçekleştiren şirket, bugüne kadar nasıl çökmediğinin bir mucize olduğunu açıklamıştı.
33. Şükrü Saracoğlu Stadyumu
İstanbul, Türkiye
Açılış: 1908
Kapasite: 47.834
Türk futbolunun doğduğu yer: Fenerbahçe’nin şu an oynadığı stadyum bir zamanlar Papazın Çayırı olarak biliniyordu. Papaz Pears’ın oyunu bölgeye getirmesiyle birlikte orijinal İstanbul Futbol Ligi’nin de başladığı yerdi.
O günden sonra başka ilkler de yaşandı: Kendi stadyumuna sahip ilk Türk kulübü olan Fenerbahçe, kısa sürede ülkenin en büyüklerinden biri haline geldi. 1999-2006 yılları arasında sistematik bir şekilde birer birer tüm bölümler sökülüp yeniden inşa edildi. Ancak stadı özel kılan unsurlar ise korunmuştu: Basit, düz kenarlı bir kutu şeklindeki stadyum oldukça etkileyici bir görünüme sahip. Koltuklardaki bacak mesafesi ve ıslıklarla birlikte UEFA 4. Kategori stadyumlarından beklediğimiz tüm olanaklara sahip.
10. San Siro
Milano, İtalya
Açılış: 1926
Kapasite: 80.018
Milano şehri, sürekli yenilenmeye ihtiyaç duyan ve çürümekte olan iki eşsiz sanatsal esere ev sahipliği yapıyor. Bunlardan biri, tarihte en fazla incelenmiş sanat eseri olan bir perspektif başarısıdır. 500 yıldan fazla bir süre önce Santa Maria delle Grazie Manastırı’nın duvarında çalışmalarına başlanıldığından bu yana sürekli evrim geçirmiştir. Diğeri ise bir futbol stadyumu.
San Siro’yu ve Leonardo da Vinci’nin unutulmaz eseri Son Akşam Yemeği’ni mi karşılaştırdık az önce? Evet. Eğer oraya gittiyseniz, bunu anlarsınız.
Milan ve Inter’e ev sahipliği yapan bu stadyumun İtalya’da en sevilen stadyum olmasının arkasında bir neden var. Şehrin yeşillikler içinde yer alan San Siro semtinde bulunur. Burada diğer bölgelerdeki yüksek apartmanların yerine iki katlı evler vardır. Nostalji ile çağdaş cazibenin eşsiz bir karışımına sahiptir.
Stadyum da Son Akşam Yemeği gibi birçok kez restore edilip yenilenmiştir. İlk olarak 1925 yılında Milan Başkanı Piero Pirelli tarafından tasarlanan San Siro, yan tarafındaki hipodrom pistinin bir uzantısı şeklinde düşünülmüştü. Ancak San Siro’nun tasarımını büyük ölçüde etkileyen ve onu kalıcı bir miras yapan organizasyon 1990 Dünya Kupası’ydı.
9. Ibrox
Glasgow, İskoçya
Açılış: 1899
Kapasite: 50.817
Ibrox, İngiltere rekoru olan 1939 yılındaki Old Firm karşılaşmasında 118.567 Glasgow vatandaşını ağırladı. Böylelikle Ada’da oynanan diğer lig maçlarından daha fazla seyirciye ev sahipliği yapmıştı. Archibald Leitch’in tasarladığı Ibrox, Birleşik Krallıkta’ta yer alan diğer stadyumlar gibi farklı ziyaretçileri de konuk etti. Bunlar arasında Kral 5. George ve Frank Sinatra da yer alıyor.
Ibrox, Galce’de “porsuk geçidi” anlamına geliyor. Son dönemde üst düzey bir takımdan ziyade dördüncü ligde mücadele etmiş bir takıma ev sahipliği yapmış olsa da Rangers, 54 lig şampiyonluğunun 52’sini Ibrox’ta kazandı.
1971’deki bir felaket sonucunda 66 kişinin ezilerek hayatını kaybetmesi ve bundan tam 69 yıl sonra ahşap tribünün çökmesiyle 25 kişinin daha vefat etmesinin ardından Ibrox, radikal bir kararla yeniden tasarlandı. Geniş basamaklı ve kase şeklinde olan stadyum, 1981’de Dortmund’un Westfalenstadion’dan ilham alınarak dikdörtgen şeklindeki üç tribünle değiştirildi.
Kulüp, bununla birlikte tarihi havayı, büyüleyici bir dış cepheye sahip ana tribünü ile korumuştur. Ibrox, dünyanın en başarılı kulüplerinden birinin mabedindeki tarih kokan bu ana tribünle birlikte B Kategori stadyumlar arasında yer alıyor.
8. Wembley
Londra, İngiltere
Açılış: 2007
Kapasite: 90.000
Futbol sözlüğündeki en neşe dolu üç hecedir: “Wem-ber-lee…”
Bu bağlamda Wembley biraz daha sembolik bir stadyum. Beton ya da çelik herhangi bir yapı bu beklentiyi karşılayamaz. Bu pek önemli değildir zira Hugh McIlvanney’in de 1966 Dünya Kupası finali raporunda yazdığı gibi:
“Wembley, başkalaşıma uğratan etkinliklere ev sahipliği yapar. Bu etkinlikler, yetişkin erkekleri Londra’dan oldukça zahmetli olan yolculuğun heyecan verici bir macera olduğuna ikna eder. Sıradan beton bir stadyumu, canlı ve enerjik bir atmosfere dönüştürür.”
FA Cup finalleri, İngiltere milli maçları, Avrupa Kupası finalleri ve hatta Football League play-off’ları bile bu dönüşümü gerçekleştirebilir. Eski ve yeni Wembley arasındaki fark da önemsiz bir hale gelir. Taraftarlar ve oyuncuların olmadığı bu stadyumlar, amaçsız birer ihtişam anıtlarıdır.
Ancak mekanın en büyük kahramanı, 1927 yılında Wembley’i 127 bin £’e satın alıp finansal açıdan zor durumda olan stadyumu yıkımdan kurtaran tütüncü Arthur Elvin olmalı. Arthur Elvin aynı zamanda Wembley’de köpek yarışları düzenledi. Bu yarışlar başarılı olurken hızlı bisiklet yarışları, Rugby Ligi, 1948 Olimpiyatları, boks maçları, araba yarışları, sahte kar ile kayakla atlama ve tehlikeli motosiklet gösterileri (Evel Knievel, 1975 yılında 13 tane Londra otobüsünün üstünde uçmaya çalışırken Wembley’de kaza yapmıştı) de düzenlendi. Elvin’in Wembley Başkanı olarak gerçekleştiremediği tek hedef, kendi futbol ligini kurmaktı.
Bu neredeyse bir yüzyıl öncesindeydi ve o zamandan beri ev sahipliği yaptığı tüm organizasyonlara bakın. Tüm anıları bir düşünün. Birçok ülke kendi futbol başkentine sahip olduğundan dolayı Wembley’in rolü, eski Wembley’in yıkımı başlamadan önce bile değişmişti. Bu fikir, saf futbol tutkunlarını cezbetse de North Ferriby United gibi (2015 FA Trophy şampiyonu) takımların İngiltere ile aynı stadyumda oynamasına imkan tanımak, yeni Wembley’in İngiliz futbolunun kalbinde olmasını sağlıyor.
7. Camp Nou
Barcelona, İspanya
Açılış: 1957
Kapasite: 99.354
Barcelona, 1950’de Laszlo Kubala’yı satın aldı ve değişim başladı. Macar hücum oyuncusu o kadar iyiydi ve o kadar fazla gol attı ki can çekişen bir bölgeye bir umut getirdi. Barcelona, dört yıl içinde Kubala’yı izlemek isteyen tüm taraftarların sığabileceği yeni bir stadyum inşa etmek zorunda kaldı.
Camp Nou, İspanyol polisinin silahlanmış birimi Guardia Civil’in halkı Katalanca konuştuğu için suçlayabildiği bir dönemde, üçgen şeklinde şapka takan otoritelerin işitme mesafesinde olmadığı ve yerel dilin duyulabileceği tek mekan haline geldi. Parlak yeni stadyumlarında ev sahibini desteklemek -Stadın ilk üç sezonunda iki La Liga şampiyonluğu kutlandı- en yaygın anti-Franco eylemiydi.
Böylesi bir önem arz etmesi ve inanılmaz atmosfere sahip olması, son 35 yılda dünyanın herhangi bir yerinde nadiren gördüğümüz futbol felsefesiyle oynanan büyük maçlarla birlikte, hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmaz. El Clasico günü, domuz başlarından viski şişelerine ve bir devrimi finanse etmek adına yeterli olan bozuk paraya kadar her şeyi saha kenarında görebilirsiniz. Maç öncesi kulüp marşının seslendirilmesi ve -Barça, Barça, Baaaaaarça- diye biten boğuk bir sesle ortam daha görkemli ve daha resmi bir hale gelir.
Eğer Barcelona “mes que un club” -Bir kulüpten daha fazlası- ise o zaman bu stadyum her zaman “mes que un estadi” -Bir stadyumdan daha fazlası- olmuştur.
6. Aztek Stadyumu
Mexico City, Meksika
Açılış: 1966
Kapasite: 87.523
Aztek Stadyumu, kocaman olmasının yanında, tarihe tanıklık etmesiyle de ünlüdür. Hiçbir diğer stadyum, oyunun en ünlü iki kahramanının en büyük mucizelerini gerçekleştirdiğini iddia edemez. Shakespeare, tüm dünyanın bir sahne olduğunu ve tüm erkeklerin ve kadınların sadece oyuncular olduğunu söylemişti: Gezegenin en iyi iki futbolcusu, en iyi anlarını Aztek Stadyumu’nun ana sahnesinde yaşadı.
Pele’nin olağanüstü atletik üstünlüğü, zirvede olduğu 1970 yılında burada görülebilirdi zira tarihin en iyi takımlarından birisini yönetiyordu: Topu her zaman saygıyla taşıyan beş tane 10 numaradan oluşan bir takım.
16 yıl sonra, Diego Maradona’nın en iyi çalımları da Aztek Stadyumu’na 230.000 kişi çekti ve insanlar onu ayakta izledi. “Doğrusu bu hoş bir deneyim değil” şeklinde şikayet edecekti yıllar sonra. “Öğle saatlerinde burada oynamak facia, çimler felaket durumda oluyordu.”
Stadyum, sönmüş olan Xitle adlı volkan lavının zeminine inşa edilmişti. 1962 yılında araziyi düzleştirmek ve inşaata başlamak için toplam 60 bin metrekarelik alan patlayıcılarla patlatıldı. Projenin rakamları da büyüleyiciydi. 12 mimar, 34 mühendis, 15 teknisyen ve 800 işçi birlikte çalıştı.
Hatta ülkenin en büyük rakibi bile onun sevgisine kapılmıştı. Meksikalı gazeteciler, Amerika Birleşik Devletleri’nin Meksika’ya karşı oynayacağı maçı kendi sahasında oynayamaması hakkında Jurgen Klinsmann’a bir soru sormuştu. Klinsmann da mutlulukla itiraf etmişti: “Açıkçası Azteca’da oynamayı tercih ederim. Pasadena ile alakalı değil. Bu sadece inanılmaz bir stadyum”
5. Monumental
Buenos Aires, Arjantin
Açılış: 1938
Kapasite: 86.049
Latin Amerika’da Monumental Stadyumu olarak bilinen birçok stadyum bulunmakta fakat bu muhtemelen en bilineni. Resmi adı Estadio Monumental Antonio Vespucio Liberti (Bir başkan ismini vermekte) olarak geçiyor. Kuzey tarafı inşa edilmeden önce Horseshoe olarak da biliniyordu.
O zamanlarda kapıları ilk kez 1938 yılında açıldı. Dürüst olmak gerekirse, gerçekten, hala bazı alanlarında düzenleme yapılabilir. Ancak çatısı olmayan ve atletizm pistine sahip bir stadyum olmasına rağmen taraftarların umurunda değil. Özellikle Boca Juniors’a karşı oynanan Superclasico maçlarında -kapasitesi bir zamanlar olduğunun yarısı kadar olsa da- gerçekten etkileyici. Hala Arjantin’in en büyük stadyumu ve ülke genelindeki deplasman yasağından dolayı River Plate’in stadyumu genelde ev sahibi taraftarlar ile doluyor.
1978 Dünya Kupası’nda final maçı da dahil olmak üzere dokuz müsabakaya ev sahipliği yaptı. Arjantin, Hollanda’yı konfetiyle dolu bir sahada yendi. Paul McCartney, Madonna ve Michael Jackson gibi birkaç ünlü isim de yıllar içerisinde konser verdi. Öte yandan burada zevksiz Tom Hark gol müziğine de gerek yok: Kutlama işini Los Millonarios’un taraftarları hallediyor.
4. Tottenham Hotspur Stadyumu
Londra, İngiltere
Açılış: 2019
Kapasite: 62.850
Maliyeti 1 milyar sterlini aştı. Teslimi de geç yapıldı. Ancak yine de şunu inkar edemeyiz ki Tottenham Hotspur Stadyumu gibi başka bir şey yok.
Ivır zıvır konular ve diğer ekstra şeyler hala tartışılıyor. Biz ise o yüzden hemen konuya girelim: Evet, içinde bir bira fabrikası var ve bardaklar alttan dolduruluyor. Ayrıca stadyumun etrafında gastro barlar da bulunuyor. NFL geldiğinde Amerikan futbolu sahasına dönüşüyor. Amerikan futbolu oyuncuları için özel soyunma odaları da bulunuyor. Ekranların bile muazzam büyüklükte olduğunu fark etmişsinizdir. Aslında iki ekran da Avrupa’nın en büyük ekranları arasında. Misafirler için olan bölümleri, beklendiği gibi son teknoloji. Saha inanılmaz, koltuklar ise son derece rahat.
Ancak Tottenham’ı bir adım öne çıkaran nokta devasa kop tribününde saklı. Londra’nın üzerinden yükseliyor ve Atlas’ın elleri gibi iki dev ağaç benzeri direk tarafından destekleniyor. Gökyüzünü kalabalığın üzerinde tutuyor gibi. Konser salonu akustiği, kapalı köşeler ve tribün yerleşimi adeta ses duvarı etkisi yaratıyor. Beyonce’un yakın zamanda yaptığı Rönesans turu ya da on binlerce Tottenham taraftarının “Haydi Spurs!” diye bağırdığı zamanları örnek gösterebiliriz.
Bu güzel oyun için kimse daha önce böylesine iddialı bir yapı inşa etmedi. Bill Nicholson bile… Seviyesi ve görkemi tamamen nefes kesici. Stadyum, 12 yıl önce Kuzey Londra’nın sorunlu bir bölgesindeki yeniden dönüşüm projesinin merkezi olarak mimarisiyle ve taraftar deneyimi açısından topluluğuna sıkı bir şekilde bağlı. Şüphesiz, Tottenham’ın bu stadyum için harcadığı her kuruşa değdi.
3. Signal Iduna Park
Dortmund, Almanya
Açılış: 1974
Kapasite: 81.365
1974 Dünya Kupası’nın Almanya’ya verilmesiyle birlikte bir fırsat doğmuştu. Dortmund da yeni stadyumlar inşa etmek adına önemli devlet fonlarının olacağını bildiği için ev sahibi şehir olmak istedi ve başvuru yaptı. Ancak Almanya Futbol Federasyonu’nun (DFB) saha gerekliliklerini açıklamasıyla birlikte şehir yöneticilerin umudu kırıldı. DFB; bir koşu pisti, en az 60 bin kapasite ve en az 30 bin koltuk talep etti. Böyle bir stadyum, hükümet desteği olmasına rağmen Dortmund için çok pahalı olacaktı.
Yöneticiler, böylelikle 53.600 kapasiteli (37.000’den fazlası modern ve güvenli bir tribünde) sade, işlevsel ve prefabrike bir stadyum için plan yaptı. Tabii ki koşu pisti olmayacaktı ve maliyeti de sadece 33 milyon mark olacaktı. DFB, bu fikirden pek etkilenmedi. Almanya’nın dördüncü büyük şehri Köln tercih edildi. Ancak Köln de artan maliyetlerden dolayı Dünya Kupası başvurusundan çekildiğinde turnuvanın üç yıl içerisinde düzenleneceği göz önüne alınarak DFB’nin Dortmund’a yeşil ışık yakmaktan başka çaresi bulunmuyordu.
Dortmund, bir dönem UEFA’nın tamamen oturmuş seyirci kuralı doğrultusunda hem kuzey hem de güney tribününü koltuklu tribünlere dönüştürmeyi ciddi bir şekilde düşündü. Bunun bir sonucu olarak kulüp, tribünü daha da büyüttü. BVB, stadyumu da şehirden satın aldı ve 1996-1998 yılları arasında dört tribüne daha ek kat çıktı. Sudtribune, kısa sürede Sarı Duvar olarak anılmaya başlandı ve kıtadaki en büyük tribün olarak dikkat çekti. Şimdi bir baksanıza: Bir Avrupa futbolu efsanesi ve özünde bir Alman deneyimi.
Her şey eninde sonunda sona erer. Signal Udına Park da o kadar ikonik bir hal almıştı ki eski stadyumun her maça binlerce İngiliz çektiği tahmin ediliyor. Bu sadece Dortmundluların stadyumla özel bir ilişki kurduğu anlamına gelmez.
2. Maracana
Rio de Janeiro, Brezilya
Açılış: 1950
Kapasite: 78.838
İhtişamın eş anlamı. Bu stadyum, dünyanın en büyüğü olduğunu hissetmek için her türlü hakka sahip. Başka herhangi bir futbol sahası, neredeyse 200 bin biletli seyirciyi bir maçta ağırlamaktan bahsedemez bile. 1950 Dünya Kupası finalinde Uruguay’a karşı oynanan maçla bu rekor kırılmıştı. Rekorun neredeyse egale edildiği maçta 1964’te oynanan Carioca derbisinde ise 194 bin 603 kişi vardı. Bu derbi de Rio’nun en popüler iki kulübü Flamengo ve Fluminense arasında oynanmıştı.
Eğer Brezilyalıların futbola olan tutkusu dünya çapında biliniyorsa bu tamamen dans eden kalabalıkların çevresinde mükemmelleşmiş, seçkin futbolun sembolü olan bu alan sayesindedir. Maracana, Carioca Turnuvası’ndan Brezilya Ligi’ne, Copa Libertadores’ten Dünya Kulüpler Şampiyonası’na, Konfederesyon Kupası ve Dünya Kupası’na kadar birçok organizasyonda Brezilya’nın futbol tutkusunu yansıttı.
İnanması zor ki bir zamanlar stadyumun konumu tartışmaya açıktı. Kongre üyeleri 1950 Dünya Kupası’nın halka şeklindeki merkezi stadyumun konumu üzerine bir tartışmaya girmişlerdi. Sonunda da bir mahallede inşa edilmek yerine, stadyum bir mahalle inşa etmeye yardımcı oldu. Bugünlerde Maracana ve çevresi herkes için kolay ulaşılabilen bir metro durağı.
Duygusal bir felaketle biten bir Dünya Kupası için inşa edildi. O kadar kötü inşa edildi ki gerçek bir felakete yol açtı. Daha sonrasında o kadar kapsamlı bir restorasyon sürecine girdi ki şu an neredeyse aynı stadyum değil. Ancak hala çevresindeki yuvarlak çatısı, atmosferi ve tarihi sayesinde ikonik statüsünü korumakta. Ve bu bir ziyaretten daha fazlası.
1. La Bombonera
Buenos Aires, Arjantin
Açılış: 1940
Kapasite: 54.000
Mimari bir başyapıt. Her taraftarın hayatında en az bir kere gitmesi gerektiği bir hac yolculuğu. Bu harika stadyum, lokasyon problemi nedeniyle ortaya çıktı. La Boca’nın canlı mahallesinin ortasında bulunan küçük ahşap stadyum için kulübün sahip olduğu arazi, Arjantin’in en çok desteklenen kulübü olan Boca Juniors’a devasa bir beton stadyum inşa etmek adına yetersizdi.
Kulüp, ruhani evlerden ayrılmanın zorluğuyla başka bir arazi bakmak yerine mevcut arazi üzerinde uygun boyutlu bir stadyum inşa etmek için bir çözüm buldu. 1934’te tasarlanan iddialı plan, üç katlı ve alanın kıymetli olduğu yerde, birbirinin üstüne yığılmış oturma yerlerinden oluşup yükselen dikey bir tribünden oluşuyordu.
Bunun sonucunda muhteşem akustiğe sahip, tutku dolu bir kazan haline gelen ve “La Bombonera (Çikolata Kutusu) lakabıyla karakteristik D şeklinde olan bir stadyum ortaya çıktı. Diego Maradona’ya göre de bir futbol tapınağıdır burası.
Maradona, 1981 yılında burada oynamıştı. 1995-1997 yılları arasında da tekrar oynamıştı. Daha sonra da Hristo Stoichkov, Ciro Ferrara ve Davor Suker gibi yıldızların yan yana geldiği jübile maçını burada düzenlemişti.
Boca taraftarını izlemek ve “El Jugador Numero 12 (12. Oyuncu)” olarak bilinen taraftar grubunu görmek -durgun geçen golsüz beraberliklerde bile- bilet fiyatına değebilir. Şarkı söyleyen ve zıplayan coşkulu taraftarlar arasında bariyerlerde yer alanlar “Barra Bravas” olarak bilinir. Bu Arjantinli ultralar Avrupalı turistlerden “adrenalin turu” için ücret alarak bir gün boyunca Boca ultra taraftarı olmalarına izin verir.
Popüler bir Arjantin deyimi şu şekildedir: “La Bombonera no tiembla, late.”
“Bombonera sallanmaz, çarpar.”
Burası canlı, nefes alan bir stadyumdur. Taraftarların şarkı söylemeleri, alkış yapmaları ve -özellikle- zıplamaları küçük bir deprem etkisi yaratır.